Doğam gereği bazı zamanlar odunlaşabiliyorum.Yapımda ve hamurumda var.Popüler kültürün bir pompası haline gelmiş,ülkesindeki mevzulardan bihaber dangalaklar misali şuursuzca dolaşmaktan iyidir.Yeri geliyor yeni arayışlar içerisinde,kendimi sokağa atıp emsalsizce dolaşmadığım zamanlar olmuyor.Biçare geziyorum.Cana yakın,sempatik,öğrenci cebini sevindiren fiyat yaftasına sahip nadide dükkanlara girip,cebimdeki bozukluklarla hiç olmadığım kadar seviniyorum.Sokağın öksüz çocukları olan banklara oturup,elinde gitar;sadece birkaç nota bilen umudu çok ama imkanı az olan müzisyen adaylarını dinleyip,kulağımın pasını siliyorum.Bazen yanıma güvercin geliyor.İkimiz de hızlı geçen hayata kafamız eğri ve her an tetikte,hızlı adamlarla,kalbimiz çarpa çarpa,kim kucak açarsa oraya doğru yelken açmaya müsait vaziyette sokaktan geçenleri izliyoruz.Arada çaktırmadan puaçamı gagalıyor.Ses çıkarmayan,boynu bükük aş kaynağı bulunca,arkadaşlarını çağırıp ziyafet vermeyi planlıyor.
Neyse.Durum analizine geçelim.Yakın arkadaşımla bundan birkaç yıl önce kızılayda geziyoruz.Cebimizde küçük heyecanlar ve küçük şeylerden büyük tat alacak düzeyde nakitimiz var.Vitrinlere gözümüz takılıyor.Hava soğuk.Benim paltomdaki yere doğru sarkan,üşendiğim için düzeltmediğim metal parça vücudumun uzuvu haline gelmiş.Vitrindeki dolgun fiyatları görünce,şaşkınlıktan cama ''çıt,çıt'' vuruyordu.Her nefes almamızda vitrindeki şeffaf camlarda kalıntılarımızı bırakıyor,bizden önce gelen kişilerin soluk izleri camlarda tazeliğini koruyor.Sıcak olduğundan fazla uzaklaşamadıklarını anlıyoruz.Vitrine o kadar odaklanmışızki,gözümüzü kırpmadan,hayata kapalı şeffaf camı izlemişiz.Hafta sonu ailesiyle çarşıya çıkan,mutlu aile çerçeveleri ve fotoğraflarından nasibini alamamış,çocuklarına oyuncak alarak sevindirmek isteyen kurnaz baba dükkandan çıkıp el hareketleri yapıyor.El hareketi gözlerimizin önünde değişik hareketler alıyor,ve yanaklarımızda hafif sıcak,karıncalanmalar hissediyoruz.
Pos bıyıkların altından,sakallarını yeni traş etmiş,çakı gibi yüze ve kaslarıyla uzaktan izbandut misali görünen tilki baba,sesli ihtarlarından vazgeçip,kas gücüne başvuruyor.''La mına koduğum ! '' diyerek,yalçın kayalar gibi sert tokatlarıyla,dayağına estetik katıyor.Savurulunca kıç üstü yere düşüyorum.Ağzımdan ''Mıhıkı mıhıkı '' çıkıyor sadece.Tabanları yağlayarak,kalabalığı yarıp geçiyoruz.En yakındaki cafeye sığınıp,inzivaya geçiyoruz.Kapıyı ittirince çalan zil sesi,bize belgesel programlarındaki gibi av olan hayvanların neler hissettiğini ima ediyor.Aninden sevgi yumağı oluşturup babanın bir çalılıktan çıkma tehlikesiyle,voltran oluşturuyoruz.Tırsa tırsa en köşedeki,loş ışıkla aydınlanan ve servisi geç gelen masaya özellikle oturuyoruz.Benim titremelerim geçmemiş,yakın arkadaşım adeta zelzele geçiriyor.Üstümüzde cillop gibi,bol kürklü,çevreye aykırı ve greenpeace oluşumuna çomak sokacak nitelikte kabanlarımız var.Titreye titreye kafamı çevirince,bizi iki saatten beri izleyen tüm cafe ahalisine ''ne bakıyonuz lan ?! '' diyerek gürlüyorum.Engin çınarlar bile yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya geliyor.
Paltomu çıkarıp,oturduğum sandalyenin gövdesine koyuyorum.Boğazlı kazağım,cafenin sıcak ambiyansına dayanamayıp cildimdeki ter zerreciklerini harekete geçirip,sicim terleri döktürüyor.Garson yanıma gelip ''Abi iyi misin ? '' diyor.''Yok bir şey bilader.Terliyorumda.O yüzden '' diyerek olayı ört pas ediyorum.Sıcak çaylarımızı içip,böbrek üstü bezlerimizdeki adrenalin hormonunu az da olsa zapt ediyoruz.En köşedeki masa olduğumuz için tüm gözler bizim üzerimizde,çayımızı yudumlarken ''hüüüppp'' sesini çıkartırsak,hepsinin siniri bozulup bir daha gelmemek üzere cafeyi terk edecekleri havasına bürünüyorlardı.Karşımda stresten şekerlere mimari uygulayıp,kendince hane yapmaya çalışan arkadaşıma bakıyorum.Temeli iyi atmadığı için ufak sarsıntıda derma çatma şeker evi yıkılıyor.Çaylarımız bittiği için garson tazelemek için elini ikide bir zamanlık periyotlarla kombo yapıyor.Her elini uzattığında,pis boğaz çocuğunu durdurmak isteyen anne tespiti yaparak,elini vurup kınıyorum.Yakın arkadaşım gözcülük yapıyor.Cafeye giren tüm insanları tarayıp,psikanalizini çıkarıyor.Çocukluğunda futbolcu kartı sattığı için,her türlü insanla temas halinde bulunmanın verdiği ''insan sarraflığı'' etkisini gösteriyor.
Yağmur tüm şiddetiyle gürüldüyor.Kasa başındaki dükkan sahibinin bıyıkları ve yüz ifadesi yağmurla birlikte coşan korku filmini andırıyor.Fon müziğimizde ''Akrebin gözü,aklı ''.Çayı beklete beklete içince,kıllanıyor.Ulağı olan garsonu gönderip,topraklarından gitmemizi yoksa atağa geçiceğinin üstü kapalı haber yolluyor.Yakın arkadaşım ağzından mırıltılar ve türkülü ezgiler şakımaya başlıyor.Çok zaman geçmeden kulağımı kabartınca,Yunus Emre'den ilahi söylediğini anlıyorum.Bende ona eşlik edip,boka saplandığımız durumu düzeltmek için Mevlana'dan okuyorum.Dükkan sahibi gürüldüyerek,kıllı kolları,çıkmış göbeği ve fırlayan asabiyetiyle masamıza geliyor.''Beyler,artık kalkın hadi.Bir çay söylediniz,ev bellediniz valla.İşgal ediyorsunuz burayı.''diyerek saatler içerisinde volkan gibi patlayan sinirinin küçük bir reaksiyonunu gösteriyor.Durumu açıklayarak,günün kahramanı olamk isteyen her boku bilen lavuklar gibi atılıyorum.Arkadaşım bir köşeye tünemiş,şekerle oynuyor.Tam söze başlayacakken yandaşları garsonlar arkasında beliriyor.Baş parmağımı,işaret parmağımın üstüne koyarak açıklamanın beden dilini yapıyorum.''Abi,biz birini bekliyoruz.Yoksa çok oturmayacaktık.Vallahi.'' diyorum yusuf yusuf ruh haliyle.Allah yüzümüze bakıyor ve cafeye iki bayan giriyor.Tam yukarıdaki salona geçicekken,kıvrak zekamı kullanarak onları işaret edip ''Ah ! Abi geldiler işte.Huhu biz burdayız '' diyorum gerzek gerzek.Arada da el sallıyorum.
Dudağını hafifçe büküp,olaya açıklık kavuşturmak isteyen kızlar başta hiç siklemiyor.Sonra meraklarına yenilip geliyorlar.Diken üstüne oturduk derken mutfakta sorun çıkıyor ve sıcak saatler yerini iki güzel bayana bırakıyor.Masamıza oturuyorlar.Şekerle oynayan yakın arkadaşım birden gökdelen yapmaya başlıyor.Boyu uzun,saçı bellerine kadar olan sarışın kız söze atılıyor.''Biz sizi tanımıyoruz ki.'' diyerek kendini savunuyor.Big bang'ten başlayıp içinde bulunduğumuz durumu ve zalım dükkan sahibinin bize uyguladığı gazabın izlerini göstermek için ibreyi arkadaşıma çeviriyorum.İnsanlık ölmemiş,düşenin halinden anladıkları için aralarında fiskos yapıp konuşuyorlar.Sonra bana dönüp ''Sen git,o kalsın.'' diyorlar.Kaşlarım kubbeyi gösteriyor ve ellerimdeki damaların izleri belirginleşiyor.''Neden ya ? O sadrazamın sol taşağı mı ? '' diyorum haliyle.''O senden daha nazik ve daha güzel o yüzden '' diyor ağzını bükerek.Alkışlayıp,ezilen ve bir gün muhteşem dönüşüyle herkesin canını yakacak dışlanan karakteri oynuyorum.''Yazıklar olsun sana ! '' diyorum arkadaşıma dönerek.''Umut ! Dur açıklayım.'' diyor arkadan yetişip kolumu tutarak.Tüm cafe ahalisi canlı yayınlanan pembe dizinin izleyicisi oluyor.''Ne açıklaması ben gidiyorum.'' diyorum.
Söylene söylene yolda yürürken peşimize musallat olan babaya kafamla giriyorum.Başımı kaldırınca anlıyorumki önceden karşılaştığımız,hır çıkaran baba.Ellerimi iki yana açıp ''Vur abi.Kim vurmadı ki ? '' diyerek dayağa başlarken terbiye edilmiş kurban oluyorum.
Neyse.Durum analizine geçelim.Yakın arkadaşımla bundan birkaç yıl önce kızılayda geziyoruz.Cebimizde küçük heyecanlar ve küçük şeylerden büyük tat alacak düzeyde nakitimiz var.Vitrinlere gözümüz takılıyor.Hava soğuk.Benim paltomdaki yere doğru sarkan,üşendiğim için düzeltmediğim metal parça vücudumun uzuvu haline gelmiş.Vitrindeki dolgun fiyatları görünce,şaşkınlıktan cama ''çıt,çıt'' vuruyordu.Her nefes almamızda vitrindeki şeffaf camlarda kalıntılarımızı bırakıyor,bizden önce gelen kişilerin soluk izleri camlarda tazeliğini koruyor.Sıcak olduğundan fazla uzaklaşamadıklarını anlıyoruz.Vitrine o kadar odaklanmışızki,gözümüzü kırpmadan,hayata kapalı şeffaf camı izlemişiz.Hafta sonu ailesiyle çarşıya çıkan,mutlu aile çerçeveleri ve fotoğraflarından nasibini alamamış,çocuklarına oyuncak alarak sevindirmek isteyen kurnaz baba dükkandan çıkıp el hareketleri yapıyor.El hareketi gözlerimizin önünde değişik hareketler alıyor,ve yanaklarımızda hafif sıcak,karıncalanmalar hissediyoruz.
Pos bıyıkların altından,sakallarını yeni traş etmiş,çakı gibi yüze ve kaslarıyla uzaktan izbandut misali görünen tilki baba,sesli ihtarlarından vazgeçip,kas gücüne başvuruyor.''La mına koduğum ! '' diyerek,yalçın kayalar gibi sert tokatlarıyla,dayağına estetik katıyor.Savurulunca kıç üstü yere düşüyorum.Ağzımdan ''Mıhıkı mıhıkı '' çıkıyor sadece.Tabanları yağlayarak,kalabalığı yarıp geçiyoruz.En yakındaki cafeye sığınıp,inzivaya geçiyoruz.Kapıyı ittirince çalan zil sesi,bize belgesel programlarındaki gibi av olan hayvanların neler hissettiğini ima ediyor.Aninden sevgi yumağı oluşturup babanın bir çalılıktan çıkma tehlikesiyle,voltran oluşturuyoruz.Tırsa tırsa en köşedeki,loş ışıkla aydınlanan ve servisi geç gelen masaya özellikle oturuyoruz.Benim titremelerim geçmemiş,yakın arkadaşım adeta zelzele geçiriyor.Üstümüzde cillop gibi,bol kürklü,çevreye aykırı ve greenpeace oluşumuna çomak sokacak nitelikte kabanlarımız var.Titreye titreye kafamı çevirince,bizi iki saatten beri izleyen tüm cafe ahalisine ''ne bakıyonuz lan ?! '' diyerek gürlüyorum.Engin çınarlar bile yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya geliyor.
Paltomu çıkarıp,oturduğum sandalyenin gövdesine koyuyorum.Boğazlı kazağım,cafenin sıcak ambiyansına dayanamayıp cildimdeki ter zerreciklerini harekete geçirip,sicim terleri döktürüyor.Garson yanıma gelip ''Abi iyi misin ? '' diyor.''Yok bir şey bilader.Terliyorumda.O yüzden '' diyerek olayı ört pas ediyorum.Sıcak çaylarımızı içip,böbrek üstü bezlerimizdeki adrenalin hormonunu az da olsa zapt ediyoruz.En köşedeki masa olduğumuz için tüm gözler bizim üzerimizde,çayımızı yudumlarken ''hüüüppp'' sesini çıkartırsak,hepsinin siniri bozulup bir daha gelmemek üzere cafeyi terk edecekleri havasına bürünüyorlardı.Karşımda stresten şekerlere mimari uygulayıp,kendince hane yapmaya çalışan arkadaşıma bakıyorum.Temeli iyi atmadığı için ufak sarsıntıda derma çatma şeker evi yıkılıyor.Çaylarımız bittiği için garson tazelemek için elini ikide bir zamanlık periyotlarla kombo yapıyor.Her elini uzattığında,pis boğaz çocuğunu durdurmak isteyen anne tespiti yaparak,elini vurup kınıyorum.Yakın arkadaşım gözcülük yapıyor.Cafeye giren tüm insanları tarayıp,psikanalizini çıkarıyor.Çocukluğunda futbolcu kartı sattığı için,her türlü insanla temas halinde bulunmanın verdiği ''insan sarraflığı'' etkisini gösteriyor.
Yağmur tüm şiddetiyle gürüldüyor.Kasa başındaki dükkan sahibinin bıyıkları ve yüz ifadesi yağmurla birlikte coşan korku filmini andırıyor.Fon müziğimizde ''Akrebin gözü,aklı ''.Çayı beklete beklete içince,kıllanıyor.Ulağı olan garsonu gönderip,topraklarından gitmemizi yoksa atağa geçiceğinin üstü kapalı haber yolluyor.Yakın arkadaşım ağzından mırıltılar ve türkülü ezgiler şakımaya başlıyor.Çok zaman geçmeden kulağımı kabartınca,Yunus Emre'den ilahi söylediğini anlıyorum.Bende ona eşlik edip,boka saplandığımız durumu düzeltmek için Mevlana'dan okuyorum.Dükkan sahibi gürüldüyerek,kıllı kolları,çıkmış göbeği ve fırlayan asabiyetiyle masamıza geliyor.''Beyler,artık kalkın hadi.Bir çay söylediniz,ev bellediniz valla.İşgal ediyorsunuz burayı.''diyerek saatler içerisinde volkan gibi patlayan sinirinin küçük bir reaksiyonunu gösteriyor.Durumu açıklayarak,günün kahramanı olamk isteyen her boku bilen lavuklar gibi atılıyorum.Arkadaşım bir köşeye tünemiş,şekerle oynuyor.Tam söze başlayacakken yandaşları garsonlar arkasında beliriyor.Baş parmağımı,işaret parmağımın üstüne koyarak açıklamanın beden dilini yapıyorum.''Abi,biz birini bekliyoruz.Yoksa çok oturmayacaktık.Vallahi.'' diyorum yusuf yusuf ruh haliyle.Allah yüzümüze bakıyor ve cafeye iki bayan giriyor.Tam yukarıdaki salona geçicekken,kıvrak zekamı kullanarak onları işaret edip ''Ah ! Abi geldiler işte.Huhu biz burdayız '' diyorum gerzek gerzek.Arada da el sallıyorum.
Dudağını hafifçe büküp,olaya açıklık kavuşturmak isteyen kızlar başta hiç siklemiyor.Sonra meraklarına yenilip geliyorlar.Diken üstüne oturduk derken mutfakta sorun çıkıyor ve sıcak saatler yerini iki güzel bayana bırakıyor.Masamıza oturuyorlar.Şekerle oynayan yakın arkadaşım birden gökdelen yapmaya başlıyor.Boyu uzun,saçı bellerine kadar olan sarışın kız söze atılıyor.''Biz sizi tanımıyoruz ki.'' diyerek kendini savunuyor.Big bang'ten başlayıp içinde bulunduğumuz durumu ve zalım dükkan sahibinin bize uyguladığı gazabın izlerini göstermek için ibreyi arkadaşıma çeviriyorum.İnsanlık ölmemiş,düşenin halinden anladıkları için aralarında fiskos yapıp konuşuyorlar.Sonra bana dönüp ''Sen git,o kalsın.'' diyorlar.Kaşlarım kubbeyi gösteriyor ve ellerimdeki damaların izleri belirginleşiyor.''Neden ya ? O sadrazamın sol taşağı mı ? '' diyorum haliyle.''O senden daha nazik ve daha güzel o yüzden '' diyor ağzını bükerek.Alkışlayıp,ezilen ve bir gün muhteşem dönüşüyle herkesin canını yakacak dışlanan karakteri oynuyorum.''Yazıklar olsun sana ! '' diyorum arkadaşıma dönerek.''Umut ! Dur açıklayım.'' diyor arkadan yetişip kolumu tutarak.Tüm cafe ahalisi canlı yayınlanan pembe dizinin izleyicisi oluyor.''Ne açıklaması ben gidiyorum.'' diyorum.
Söylene söylene yolda yürürken peşimize musallat olan babaya kafamla giriyorum.Başımı kaldırınca anlıyorumki önceden karşılaştığımız,hır çıkaran baba.Ellerimi iki yana açıp ''Vur abi.Kim vurmadı ki ? '' diyerek dayağa başlarken terbiye edilmiş kurban oluyorum.
'Eek, the cat' vardı, pek aklıma geliyor seni okurken :)
çizgi film herhalde.iltifat olarak mı ?
dayak nerde biter bilinmez ama git gide daha da iyi yazıyorsun. "iyi" az kalır. yazılarını seviyorum..