Yafta anı , gamsız , gamsız hayat , kaptan kirk , kaptan kirk blog , memur çocuğu , memur maaşı , mutsuzluk , orta direk , rehabilite
Hayatta insanın eline fırsatlar gelir.Her insanın eline değerlendirebileceği şanslar yakalamıştır.İçinde bulunduğu durum,çevre ve ruh hali faktörleriyle,biçimlenir ve fırsata olan bakış açısı değişir.İstemsiz olarak,dışardan gelen baskılarla önüne altın tepside sunulan hayatının fırsatını,koca bir hiç misali elinin tersiyle iter.Duruma göre de itmek zorunda kalır.Hani derler ya ''talih kuşu kondu'' aslında konmaz.Semalarda özgürce kanatlarını açıp,küçük kemikleriyle süslenmiş karın boşluğunu alabildiğince temiz havayla doldurup süzülürken uygun bir tünek bulur.Tünek:Fırsalat ülkesinde gondoluyla gezinirken,talihsiz rehbere rast gelmiş orta direk memur maaşıyla kıt kanaat geçinen aile.Sonra talih kuşu bulunduğu yeri beğenmeyip yeni maceralara kanat açar.Arkasında şevki kırılmış,hayalleri parçalanmış ve ağzından dökülmeyen küfürlerle bir aile bırakır.
Soğuk bir kış akşamı.Dışarıda yağmur,tüm gazabını gösteriyor.Sevgilisinden yeni ayrılmış,dertli ve saniyeler sonra depresyona girecek avutulması gereken körpe genç kız misali içini boşatıyor.Pencereden yağmur tağnelerinin cama vurunca ''dıtdırıdıtdırı'' sesini işitiyor,vasat elektro gitar solosunu andırıyordu.Evin sıcak ambiyansından,soğuk ve ıslak sokak kaldırımlarına bakınca tüylerim diken diken oluyor,azıcık empati yapmak için beynimi meşgul ediyordum.Elinde bond çantası,ayaklarına kadar inen ıslanmış ve rengi açılmış koyu pardisüsüyle tam bir memur profili çizen babam,koşarak apartman kapısını bulmaya çalışıyordu.Babamla birlikte bardaktan boşalırcasına yağan yağmurla düelloya girmiş,şanslı olanların yanlarından eksik etmediği,televizyondaki gerzek;futbol programlarındaki allem edip kullem edip adam gibi yorum yapamayan tahmin adamlarını dinlemeyerek teçhizatlı işe gidenler,şemsiyeyi kılıç misali kullanıyordu.Yağmur damlaları arasında,şemsiyesiyle yararak geçiyordu.Babamın ıslanan ve hiçbir tutar ödemeden temizlenen,soğuk kaldırımlardaki ayak izleri;hamlesini yapıp geri çektiğinde oluşan ayakkabı kalıbından anlıyorduk.
Ev ahalisi olarak,gözü yollarda baba hasreti burunlarında tüten iyi süt emmiş aile çocukları gibi kapıyı açarak loş ışıkla aydınlanan ve ayak sesleri boşlukta yankılanan merdivenlere baktık.Babamın kafasının şekli ışığın yardımıyla gölgesini göstermişti.Sevinerek yanına koştuk.Ben babamın pardüsüsünü,kardeşimde evin çocuğunun erkek olma ritüellerinden olan babanın eşyalarını taşıma geleneğini devam ettiriyordu.İçine su giren ayakkabılarından sırılsıklam olmuş beyaz çoraplarıyla eşikte iki çift ayak belirdi.Sonra babamın loş ışıktaki eğilmiş vücudunun silüeti,kapıyı kapattı.Neşeli Amerikan filmlerindeki,aile reisinin günün olağan dışı iyi geçişi,sosyal standartlarının ortalama üstünde oluşu ve yemeği yemek için sabırsızlandığı karesini çizmiyorduk.Kollarını kocaman iki yana açınca ayaklarını dizlerine koyup,güçlü pazularıyla atlı karınca deneyimini yaşatan babamız yoktu.Klişelemiş sorulardan,işten,günün nasıl geçtiğinden sorular sorardık.Sorularımız o kadar gerçekçi gelirdiki,babam işin stresini omuzlarından ve mental olarak zihninden atamamış rehabilite olmak için demlenen çay ve telizyon kombinasyonuyla kendisine terapi yapardı.
Babamın ıslanmış pardüsüsünü odasına götürürken,holden geçerken üstünden damlayan tazeliğini koruyan su damlacıkları ve stresin ve kederin üstüne işlediği vazgeçilmez stres topu sigaranın küçük kaçamaklarından kalan kokuları küçük burnumla çekiyor,yüzümü ekşitip kafamı çeviriyordum.Kulak memesi kıvamındaki sevgiyle hazırlanan yemeğin,metal fırınlı tencerenin sevginin diğer tarif malzemelerini tepkimeye sokmasıyla kaynadı ve ''yemek hazır'' tekbirini kaynayarak tıpkı volkan misali çıkan sıcak buharının metal nesnesini havaya kaldırmasıyla,tüm ev ahalisine ferman okudu.Ailecek birlikte olabildiğimiz,hayatın zor koşullarına dar alanda kısa paslaşmalar yaparak küçük tatlar aldığımız yemek konuşmasını babam başlattı.Çatalıyla salatanın köşesinden ufak lokmalar alıyordu.Azğında yemek varken,konuşmacı resmini çizmeye çalışan akadamisyenler gibi iki birleştirip çenesine koydu ve ışıldayan gözlerle,bitmeyecek istekleri olan iki çocuğu dinlemeye koyuldu.
''Baba ben telefon istiyorum '' dedim çekinerek.Yanaklarımda hafif kızarma ve ağzımı yana kırma efekti oluşmuştu.
''Niye ? '' diyerek,gelen teklifin büyüklüğünü organik gıdayla zehrini almak için babam salatanın köşesinden ufak lokmalar almaya devam etti.
''Bütün yaşıtlarımda var baba.Hepsi çıkartıp önümde hava atıyor.'' diyerek ergenliğimin verdiği akranında ne varsa sende iste hastalığına yakalanmış,evet denilirse olayın enfeksiyon halinde kardeşimede geçeceği tehlikeli safhaya gelmiştim.
''Bakarız.Bir maaşımı alayım.'' diyerek babam,şuğan için durumunun olmadığı akıllı harcamalar yapması gerektiğinin ve memur çocukları için kutsal gün olan ay başını beklememizi şiddetle ısrar etti.
Konuşmamızdan iki hafta geçmişti.Kutsal gün geçeli üç gün olmuştu.Babam hasat zamanında,iyi ekin toplayan çiftçiler gibi güler yüzlü gelmiş,birkaç gün sonra taksitlerle çarçur olacak parayı bile bile kendisini avutmaktaydı.Balkonda,dolmuşlarında evimizin karşıındaki uğrak yeri olan seyyar ciğerciye bakıyordu.Ciğerciden yükselen arabesk ezgileri,balkonun soğukluğu,ankara ayazı ve babamın busesine dakikalık periyotlarla gelen sigara ortama ambiyans yaratmıştı.Balkondaki taburelerden bir tanesini babamın yanına çektim.Sıkı dostlar gibi elimi babamın sırtına koyup,ufka baktım.''Baba,ne oldu bizim telefon işi ? '' diyerek çıkmaz sokağa girerek sıkışan babamın nefes alma seviyesini iyice daralttım.Alnından sicim terleri akıyor,elleri nemleniyordu.Sigarayı uzun çekişten sonra hiç olmadığı kadar ufka baktı.''Oğlum,durumum müsait değil.Biliyorsun.Kardeşinin de istekleri var.Senin istediğini alırsam,kardeşine ne alıcam ? Hele birkaç ay daha geçsin,sende harçlık biriktir.Biriktirince gel ''baba bak ben bu kadar yaptım '' de.Bende üstüne koyarım '' diyerek önceden kurduğum hayelleri çöpe atmış,şevkimi nazikçe kırmıştı.Somurtup,hızlıca balkondan çıkıp salona gittim.
Yıllar sonra çay bahçesinde oturuyorum.Kışların cıvıldadığı,yapay şelalesinin eksik olmadığı,insanın üzerindeki negatif yükleri alarak nötrleyen,gizli rehabilite oluşumu olan terapiye kendimi kaptırmışım.Yarım saatten beri önümde dikilen,sipariş almak için kıvranan garsonu görmemişim.Bana ellerinde olan içecek stoklarını sayıyor,elllerindeki malları fiyatlarına göre kategorize ediyordu.''Çay mı içsem ? '' diye sesli düşündüm.Birden garsonun cebinde gizlice bekleyen,aniden göreve başlayan kalemi gördüm.''Yok ! Yok ! Ben sesli düşündüm.Söylicem şimdi '' diyerek beklemekten ağaç olan garsona meyve vermesi için zaman tanıdım.Cebimdeki bozuklukları elimle yokladım.Yol paramı ve içecek paramı tahmini hesabını yaptım.Çay alırsam halk otobüsüne binecektim.Kola alırsam dolmuşa binecektim.Pisboğazlığım tuttuğu için,mideme söz geçiremedim.Midem,aklımın yerine hınzırca geçip,robot misali beni kontrol etti.''Kola alıyım '' dedim.
Hesabı ödemeye gelince ceplerimi baya bi aradım.Arka cebimde,kötü günler için rezerve edilmiş yirmi milyon buldum.Kendime küfrettim.
Soğuk bir kış akşamı.Dışarıda yağmur,tüm gazabını gösteriyor.Sevgilisinden yeni ayrılmış,dertli ve saniyeler sonra depresyona girecek avutulması gereken körpe genç kız misali içini boşatıyor.Pencereden yağmur tağnelerinin cama vurunca ''dıtdırıdıtdırı'' sesini işitiyor,vasat elektro gitar solosunu andırıyordu.Evin sıcak ambiyansından,soğuk ve ıslak sokak kaldırımlarına bakınca tüylerim diken diken oluyor,azıcık empati yapmak için beynimi meşgul ediyordum.Elinde bond çantası,ayaklarına kadar inen ıslanmış ve rengi açılmış koyu pardisüsüyle tam bir memur profili çizen babam,koşarak apartman kapısını bulmaya çalışıyordu.Babamla birlikte bardaktan boşalırcasına yağan yağmurla düelloya girmiş,şanslı olanların yanlarından eksik etmediği,televizyondaki gerzek;futbol programlarındaki allem edip kullem edip adam gibi yorum yapamayan tahmin adamlarını dinlemeyerek teçhizatlı işe gidenler,şemsiyeyi kılıç misali kullanıyordu.Yağmur damlaları arasında,şemsiyesiyle yararak geçiyordu.Babamın ıslanan ve hiçbir tutar ödemeden temizlenen,soğuk kaldırımlardaki ayak izleri;hamlesini yapıp geri çektiğinde oluşan ayakkabı kalıbından anlıyorduk.
Ev ahalisi olarak,gözü yollarda baba hasreti burunlarında tüten iyi süt emmiş aile çocukları gibi kapıyı açarak loş ışıkla aydınlanan ve ayak sesleri boşlukta yankılanan merdivenlere baktık.Babamın kafasının şekli ışığın yardımıyla gölgesini göstermişti.Sevinerek yanına koştuk.Ben babamın pardüsüsünü,kardeşimde evin çocuğunun erkek olma ritüellerinden olan babanın eşyalarını taşıma geleneğini devam ettiriyordu.İçine su giren ayakkabılarından sırılsıklam olmuş beyaz çoraplarıyla eşikte iki çift ayak belirdi.Sonra babamın loş ışıktaki eğilmiş vücudunun silüeti,kapıyı kapattı.Neşeli Amerikan filmlerindeki,aile reisinin günün olağan dışı iyi geçişi,sosyal standartlarının ortalama üstünde oluşu ve yemeği yemek için sabırsızlandığı karesini çizmiyorduk.Kollarını kocaman iki yana açınca ayaklarını dizlerine koyup,güçlü pazularıyla atlı karınca deneyimini yaşatan babamız yoktu.Klişelemiş sorulardan,işten,günün nasıl geçtiğinden sorular sorardık.Sorularımız o kadar gerçekçi gelirdiki,babam işin stresini omuzlarından ve mental olarak zihninden atamamış rehabilite olmak için demlenen çay ve telizyon kombinasyonuyla kendisine terapi yapardı.
Babamın ıslanmış pardüsüsünü odasına götürürken,holden geçerken üstünden damlayan tazeliğini koruyan su damlacıkları ve stresin ve kederin üstüne işlediği vazgeçilmez stres topu sigaranın küçük kaçamaklarından kalan kokuları küçük burnumla çekiyor,yüzümü ekşitip kafamı çeviriyordum.Kulak memesi kıvamındaki sevgiyle hazırlanan yemeğin,metal fırınlı tencerenin sevginin diğer tarif malzemelerini tepkimeye sokmasıyla kaynadı ve ''yemek hazır'' tekbirini kaynayarak tıpkı volkan misali çıkan sıcak buharının metal nesnesini havaya kaldırmasıyla,tüm ev ahalisine ferman okudu.Ailecek birlikte olabildiğimiz,hayatın zor koşullarına dar alanda kısa paslaşmalar yaparak küçük tatlar aldığımız yemek konuşmasını babam başlattı.Çatalıyla salatanın köşesinden ufak lokmalar alıyordu.Azğında yemek varken,konuşmacı resmini çizmeye çalışan akadamisyenler gibi iki birleştirip çenesine koydu ve ışıldayan gözlerle,bitmeyecek istekleri olan iki çocuğu dinlemeye koyuldu.
''Baba ben telefon istiyorum '' dedim çekinerek.Yanaklarımda hafif kızarma ve ağzımı yana kırma efekti oluşmuştu.
''Niye ? '' diyerek,gelen teklifin büyüklüğünü organik gıdayla zehrini almak için babam salatanın köşesinden ufak lokmalar almaya devam etti.
''Bütün yaşıtlarımda var baba.Hepsi çıkartıp önümde hava atıyor.'' diyerek ergenliğimin verdiği akranında ne varsa sende iste hastalığına yakalanmış,evet denilirse olayın enfeksiyon halinde kardeşimede geçeceği tehlikeli safhaya gelmiştim.
''Bakarız.Bir maaşımı alayım.'' diyerek babam,şuğan için durumunun olmadığı akıllı harcamalar yapması gerektiğinin ve memur çocukları için kutsal gün olan ay başını beklememizi şiddetle ısrar etti.
Konuşmamızdan iki hafta geçmişti.Kutsal gün geçeli üç gün olmuştu.Babam hasat zamanında,iyi ekin toplayan çiftçiler gibi güler yüzlü gelmiş,birkaç gün sonra taksitlerle çarçur olacak parayı bile bile kendisini avutmaktaydı.Balkonda,dolmuşlarında evimizin karşıındaki uğrak yeri olan seyyar ciğerciye bakıyordu.Ciğerciden yükselen arabesk ezgileri,balkonun soğukluğu,ankara ayazı ve babamın busesine dakikalık periyotlarla gelen sigara ortama ambiyans yaratmıştı.Balkondaki taburelerden bir tanesini babamın yanına çektim.Sıkı dostlar gibi elimi babamın sırtına koyup,ufka baktım.''Baba,ne oldu bizim telefon işi ? '' diyerek çıkmaz sokağa girerek sıkışan babamın nefes alma seviyesini iyice daralttım.Alnından sicim terleri akıyor,elleri nemleniyordu.Sigarayı uzun çekişten sonra hiç olmadığı kadar ufka baktı.''Oğlum,durumum müsait değil.Biliyorsun.Kardeşinin de istekleri var.Senin istediğini alırsam,kardeşine ne alıcam ? Hele birkaç ay daha geçsin,sende harçlık biriktir.Biriktirince gel ''baba bak ben bu kadar yaptım '' de.Bende üstüne koyarım '' diyerek önceden kurduğum hayelleri çöpe atmış,şevkimi nazikçe kırmıştı.Somurtup,hızlıca balkondan çıkıp salona gittim.
Yıllar sonra çay bahçesinde oturuyorum.Kışların cıvıldadığı,yapay şelalesinin eksik olmadığı,insanın üzerindeki negatif yükleri alarak nötrleyen,gizli rehabilite oluşumu olan terapiye kendimi kaptırmışım.Yarım saatten beri önümde dikilen,sipariş almak için kıvranan garsonu görmemişim.Bana ellerinde olan içecek stoklarını sayıyor,elllerindeki malları fiyatlarına göre kategorize ediyordu.''Çay mı içsem ? '' diye sesli düşündüm.Birden garsonun cebinde gizlice bekleyen,aniden göreve başlayan kalemi gördüm.''Yok ! Yok ! Ben sesli düşündüm.Söylicem şimdi '' diyerek beklemekten ağaç olan garsona meyve vermesi için zaman tanıdım.Cebimdeki bozuklukları elimle yokladım.Yol paramı ve içecek paramı tahmini hesabını yaptım.Çay alırsam halk otobüsüne binecektim.Kola alırsam dolmuşa binecektim.Pisboğazlığım tuttuğu için,mideme söz geçiremedim.Midem,aklımın yerine hınzırca geçip,robot misali beni kontrol etti.''Kola alıyım '' dedim.
Hesabı ödemeye gelince ceplerimi baya bi aradım.Arka cebimde,kötü günler için rezerve edilmiş yirmi milyon buldum.Kendime küfrettim.
Comments (0)
Yorum Gönder